Sayfalar

22 Ağustos 2014 Cuma

Kadınların Öncüsü Fakat Feminizmin Karşıtı Bir Filozof: Hannah Arendt

Kadınların Öncüsü Fakat Feminizmin Karşıtı Bir Filozof: Hannah Arendt
Üniversitede okumakta olduğumun bölümün de etkisiyle en fazla ilgi duyduğum bilim dalıdır Siyaset Bilimi. Bu yüzden de ‘siyaset biliminin’ öncüleri de ilgi radarımın kapsamı içinde yer almaktadır. Bu sefer ki araştırmamda çok fazla gerilere gitmedim. Sadece 20. Yüzyıla göz attım. İsmini benim de ilk defa duyduğum, döneme damgasını vuran ve şu sıralar popülerliği artan kadın bir filozof; Hannah Arendt.

Gerek ırkından gerek ise yaşadığı dönemde meydana gelen olaylardan etkilenerek hayatını sürdürmüş olan bir kadın filozof. Yahudi kıyımlarının zirvede olduğu bir zamanda bile özgürlüğü için mücadele etmiş bir siyaset bilimci. Kimine göre ise ‘kadından filozof olmaz’ tezini çürüten kadındır.
Birçok konudan ele almak mümkündür fakat benim üzerinde duracağım mevzu şudur; kadınların haklarını savunmasına rağmen, Feminizm akımının karşısında durmasıdır. Bunu anlayabilmek için öncelikle Arendt’in bakış açısını kavramak gerekir.

Hannah Arendt kimdir?
14 Ekim 1906’da Almanya’nın Hannover şehrinde Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Hayranı olduğu Imanuel Kant’ın büyüdüğü şehirde, Berlin’de büyüdü.
Kendisine felsefeci sıfatı verildiğinde bundan rahatsızlık duyduğunu dile getirdi. Gerekçesi ise çalışmalarının "tekil olarak insana değil, dünyada yaşayan ve dünyayı kaplayan insanlığa" odaklanmış olmasıdır. Bu yüzden de felsefeci yerine siyaset bilimci sıfatının takılmasını arzu etti.
Nazi hayranı olan Heidegger ile birlikte Marburg Üniversitesi’nde felsefe üzerinde çalışmaları oldu.  Birliktelikleri sona erince Arendt kendine başka bir yol çizdi. Aziz Augustine’in düşüncesinde aşk kavramı üstüne tez yazdı ve yazdığı tez 1929’da yayınlandı. Fakat kısa bir süre sonra, Yahudi olduğu gerekçesiyle hocalık niteliklerine sahip olmadığı belirtilerek Alman üniversitelerinde ders vermesi yasaklandı. Bunun üzerine Almanya’dan ayrılıp Fransa’ya göç etti. Paris’e yerleştikten sonra burada da çevre edinmiş ve aynı zamanda Fransa’ya göç eden Yahudilere yardımcı olmaya çalışmıştır.
II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte Fransa kendini savaşın içinde buldu. Almanya’nın saldırılarına maruz kalması sonucunda birçok bölgesi işgal edildi. Ülkede ortaya çıkan olaylar sebebiyle, Yahudilerin toplama kamplarına götürülmesi kararı çıkarıldı. Bu karara razı gelmeyi reddeden Arendt, Fransa’dan kaçtı. 1940 yılında Alman şair ve felsefeci ile evlendi. Yaşadığı bölgeden hoşnut olamayınca göç etmeye karar verir ve bu esnada herkesin dilinde dolaşan bir haber aldı. Amerikalı bir diplomatın, yasadışı vize vererek 2500 Yahudi’yi Amerika’ya göç ettireceği yönündeki haber, Arendt’i ve ailesini harekete geçirdi.
Amerika’da kurulmuş olan Alman-Yahudi Topluluğunun aktif bir üyesi oldu. 1950 yılında ABD vatandaşı ve 1959’da da Princeton Üniversitesi’nde kadrolu ilk kadın Profesör oldu.
Birçok esere imza atmıştır. Eserleri genellikle, iktidar, politikanın özneleri, otorite ve totaliterlik ile ilgilidir.

Kadınlık Durumuna Bakış Açısı
Arendt’in aldığı ödüller ve profesyonel yaşamı açısında değerlendirdiğimizde ‘ilk kadın olma’ statüleriyle donatılmış olduğunu fark ederiz. Buna rağmen kadın olmayı düşünme problemi etmemiş, hatta gidişattan bekleneceği üzere feminist olamamıştır.
Bakış açısını kavrayabilmek açısından, insanların ‘ne’(ırk, din, dil vs.)  olduklarıyla değil ‘kim’(ne yaptıkları, söz edimleri vs.) olduklarıyla ilgilendiğini söylemek yerinde olacaktır. Yahudi olmasına rağmen Yahudileri bir cemaat olarak kabul etmemiştir. Birçok Yahudi Cemiyetinde aktif görev almasına rağmen, yaşadığı hayatın ona kattığı tecrübeler neticesinde, insanların ‘‘ne’(ırk, din, dil vs.)  olduklarıyla değil ‘kim’(ne yaptıkları, söz edimleri vs.) olduklarıyla ilgilenmiştir. Böylesine bir perspektife sahip olmasından dolayı, Yahudi kimliğiyle ön plana çıkmaktan kaçınmıştır.
Yahudi Sorunlarına bakış açısına da değinmeden geçmek doğru olmaz. ‘Yahudi olmak politik bir sorun olmasa da Yahudi sorunu, anti-semitizm, politik bir sorundur; çünkü politik çözüm gerektirir. Burada sorunun politik olması, sorunun Yahudi olmaktan değil Yahudiliğe karşı olmaktan kaynaklanmasıdır.’ (Nilgün TOKER)

Benzer bakış açısı kadınlar içinde geçerlidir. Onun için ‘Kadın Sorunu’, politik bir sorun değildir. Özel yaşamına baktığımızda bir kadınla, yaptığı işlere baktığımızdaysa bir filozofla karşılaşırız. Bu durumu Özel Alan ve Kamusal Alan olarak tanımlayabileceğimiz Ardendt’e özgü bir ayrımla açıklayabiliriz. Arendt oluşturduğu politik kuram gereği ve bu kavrayış doğrultusunda kadınlık sorununun bir politik problem olmadığını söylemiştir. Bu onun için kişisel bir tercih değil, politik ve felsefi bir seçimdir.

‘’Kadın olmayı ya da bir etnik kimliğe ait olmak doğuştan gelen özellikler olma anlamında bir kaderdir. Bu da zorunluluk olarak algılanabilir. Arendt’e göre Kurtuluş ve Özgürlük farklı kavramlardır. Çünkü kurtuluşu eylemin amacı yapmak, aslında olduğundan farklı bir şey istemektir. İnsan bu durumda varoluşu reddetmektedir. Bu da Kimliği kuracak bir eylem değildir. Kimliği kurmak aynılaşmadan, baskın olana benzemeden kendini var etmeyi gerektirir. Kadının erkeklerin de yer aldığı ortak bir dünyada kendini ifade etmesi yerine, kadınlar grubu olarak görünür olup  tahakkümcü bir güç olarak ortaya çıkması onu aynılaştırır ve politik kötülüğün kaynağı yapar. Çünkü tahakkümcü olan politik kötüdür. Özgürlüğün önündeki engeldir. Cinsiyet olarak eşit olma isteği adına politik alanı göz ardı etmek kimlik inşasını imkânsız kılar.  Bu nedenle Arendt feminist değildir. O’na göre, Feminizm, kadınların eşitliği adına, kadınları bir sınıf olarak görüp onları cinsiyetsizleştiren bir politika inşa etmek kadının kendisini aşağı gördüğüne işaret eder. Bu kurtuluş hareketidir. Kadın kendi öz niteliklerinden kurtularak erkekler dünyasında erkek olarak var olmak istemektedir. Arendt bunu Parya kültürü olarak adlandırıyor. Aşağılanmış ve dışta bırakılmış olanın kendini merkeze alma isteği Parya kültürüdür. Bunun da gideceği yer kurtuluş olabilir ama özgürlük olamaz. ‘’ (Ebru EREM)

Değerlendirme
Kadın, kadınlar olarak örgütlenip bir kurtuluş hareketi gerçekleştirmek yerine, söyledikleri ve yaptıklarıyla insan olma adına(insan idesi olarak) adalet talep etmelidir. Kendini diğer cinsten üstün olarak görüp kurtulmak yerine sosyal alanda eşit ve denk muhataplarla bir anlam tesisi etmeye yönelmelidir. Adalet arayışı içinde olmalıdır, çünkü aslında maruz kaldığı dışlanma, baskı ve ötekileştirilme, sosyal alanda adalet’in tesis edilmeyişinden kaynaklanmaktadır. Adalet ise ortak bir alan olan Politik/Kamusal alana ait bir ilkedir ve Arendt’e göre politik alanın merkezinde yer almaktadır. Arendt’in klasik anlamda Feminizmi haklı görmeyişini bu nedenlere bağlayabiliriz.






2 yorum:

  1. alıntılardan kaynaklanan bır kopukluk var sanırım. daha iyi olabilirdi

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısınız, üzerinde pek durmadığım bir yazı oldu açıkçası. Eleştiriniz için ayrıca teşekkür ederim.

      Sil